Orhun Emre Çelik: Zarar Bileşeni

Bir önceki yazıda zarar bileşeni hesabını ayrı bir yazıda ele almak gerektiğini belirtmiştim. Bu yazıda kısaca IFRS17’deki zarar bileşeni (loss component) konusunu ele alacağız.

-Orhun Emre Çelik

Standardın 47’nci paragrafı “Sözleşmeye dağıtılan sözleşmenin ifasına ilişkin nakit akışlarının, daha önce finansal tablolara alınan sigorta edinimine ilişkin nakit akışlarının ve ilk defa finansal tablolara alma tarihinde sözleşmeden kaynaklanan nakit akışlarının toplamda net bir çıkış oluşturması durumunda sigorta sözleşmesi, ilk defa finansal tablolara alma tarihinde ekonomik açıdan dezavantajlıdır. … İşletme, ekonomik açıdan dezavantajlı sözleşme grubuyla ilgili yükümlülüğün defter değeri sözleşmenin ifasına ilişkin nakit akışlarına eşit olacak ve gruba ilişkin sözleşmeye dayalı hizmet marjı sıfır olacak şekilde gruba ilişkin net çıkış kadar bir zararı kâr veya zarara yansıtır.” hükmünü haizdir.

Bu paragraftan anlaşılacağı üzere sözleşme grubundan sağlanan nakit girişleri ile nakit çıkışlarının bugünkü değerleri arasındaki farkın zarar yönünde olması durumunda bu tutarın kayıt altına alınması gerekiyor. Bunu matematiksel formüller ile ifade etmek bu yazının amacını aşıyor, o nedenle çok basit olarak bu hesabın kabaca bileşik rasyonun (combined ratio) %100’ün üzerinde olması durumunda zarar bileşeni ayrılması gerektiği anlamına geldiğini söylemekle yetinelim. Bileşik rasyonun hasar prim oranı ve masraf oranından oluştuğu düşünülürse ve masrafların kabaca %15 civarında olduğu düşünülürse bu kural hasar prim oranının %85’i aşması halinde zarar bileşeni hesaplamak gerektiği şeklinde yorumlanabilir. Mevcut mevzuat çerçevesinde teknik karşılık hesaplamaları ile uğraşanlar için bu oran tanıdık geliyordur muhtemelen. Çünkü devam eden riskler karşılığına (DERK) ilişkin düzenlemeler genelge yöntemi ile yapılan hesaplamada hasar prim oranı %85’i aşarsa DERK ayrılmasını gerektiriyor. Diğer bir deyişle mevcut düzenlemeler (hesabın IFRS17’de hesap birimi seviyesinde yapılırken mevcut düzenlemelerde ana branş bazında yapılması gibi farklılıkları bir tarafa bırakırsak) %15 gider oranı varsayımını baz alarak IFRS17’de ulaşılması hedeflenen sonucu üretiyor.

İşin bir diğer bacağı mevcut ekonomik şartların getirdiği yüksek iskonto düzeyinin sonuçlara etkisi.

Türkiye Sigorta Birliği tarafından yayınlanan istatistikler baz alındığında 2024 yılında zorunlu trafik branşında prim üretimi çeyrekler bazında sırası ile 35,6 milyar TL, 43,6 milyar TL, 45,6 milyar TL ve 57,2 milyar TL seviyesinde gerçekleşmiş. Fikir vermesi açısından bu tutarların 1/8 esası ile kazanıldığı varsayılırsa kazanılan primin çeyreklere dağılımı şu şekilde oluyor:

Gelişim Çeyreği Kazanılan Prim (milyar TL)
1 4,5
2 14,4
3 25,5
4 38,4
5 41,1
6 31,2
7 20,0
8 7,2

Primlerin peşin tahsil edildiğini, %10 olarak varsayabileceğimiz komisyon ödemelerinin ve %10 SGK payına ilişkin ödemenin aynı ay gerçekleştirildiğini, kazanılan prim üzerinden ilgili aylarda %5 gider payı olduğunu ve hasar ödemeleri için hasar tutarının %2,5’i kadar bir dağıtılmamış masrafa katlanıldığını varsayalım.

Şu anda hasar ödemeleri biraz daha uzun bir vadeye yayılsa da biz gerçekleşen hasara ilişkin tutarın aşağıdaki patern ile 16 çeyrekte ödendiğini varsayalım.

Böyle bir senaryoda iskonto oranının %40 seviyesinde sabit olduğunu ve tüm nakit akışlarının dönem ortasında yapıldığını varsaydığımızda zarar bileşeni çıkması için gerekli hasar prim oranı sınırının %126 olarak hesaplayabiliriz. Buradaki neredeyse tüm varsayımların zarar bileşeni çıkma olasılığını arttıracak yönde seçildiğini bir kere daha vurgulamakta fayda var. İskonto oranı %30’a indiğinde bu oran %113’lere geriliyor. %20’de ise kabaca %100 hasar prim oranı başa baş noktasına ulaşılmayı sağlıyor.

Bunlar çok üst seviye varsayımlarla yapılan hesaplamalar. Ancak burada vurgulamak istediğim asıl konu bu kadar yüksek iskonto oranlarının varlığı devam ettikçe zarar bileşeni seviyeleri mevcut hesaplamalar ile ulaşılan seviyelerden çok da uzaklaşmayacak hatta belki daha düşük seviyede olacaktır.

Her fırsatta ifade ettiğim gibi IFRS17 kompleks aktüeryal modellemelere dayanması ve sigorta sözleşmelerinin doğasını yansıtma şekli itibarıyla çok güzel tasarlanmış bir standart. Bununla birlikte ülkemiz şartlarında IFRS17’nin riziko kabul yönündeki etkiler açısından özünde yer alan hedeflere ulaşması için sadece şirketlerin teknolojik geliştirmeleri, daha kompleks aktüeryal modellere yönelik çalışmaları yanında piyasa koşullarının da gelişmiş ekonomilere yakınsaması gerekmektedir.