Sigorta ikliminde kim kiminle temas halindeyse emin olun bu temasların yüzde sekseni güvensizlik temelinde. Hal böyle olunca da tüm ilişkilerin konduğu terazinin öbür kefesinde sadece menfaat ölçütleri oluyor. Bu bir hastalık. Hem de kötü bir hastalık. Ama kimse kimseye kızmasın çünkü bu durumu el birliğiyle biz inşa ettik.
-Ayhan Çalık*
Artık acentelerine, brokerlerine, sigortalılarına, eksperlerine, asistanslarına, tedarikçilerine güvenmeyen sigorta şirketleri var. Acenteler farklı mı? Değil tabi! Acenteler brokerlere, her ikisi birden birbirlerine, sonra sigorta şirketlerine, eksperlere, servislere, servisler hasarla karşısına dikilen herkese, eksperler ele aldığı dosyada unvanı veya ismi geçen tüm aktörlere, sigortalılar ise sektöre güvenmiyor. Aslında şöyle özetleyebilirim. Sigorta ikliminde kim kiminle temas halindeyse emin olun bu temasların yüzde sekseni güvensizlik temelinde; hal böyle olunca da tüm ilişkilerin konduğu terazinin öbür kefesinde sadece menfaat ölçütleri var.
Bu bir hastalık. Hem de kötü bir hastalık. Ama kimse kimseye kızmasın çünkü bu durumu el birliğiyle biz inşa ettik. Sistemi iyileştirmekten bahsedenler gücü kendisinde toplama virüsüne yakalandı. Yani sigorta dünyasının gelişimine katkı sağlamak yerine “Her şeyin en iyisini ben bilirim” havalarına girdi. Sistem düzelmediği gibi cimrileşti, paranoyaklaştı. Bu toplumsal davranış sebebinin arkasında 21’inci yüzyılın getirdiği psikolojik, sosyolojik etkiler mutlaka vardır ama işin o tarafına benim girmem doğru değil.
Ama gördüğüm nedenleri paylaşabilirim. Etrafınıza bakın, nasıl sigorta şirketi yönetileceğini, nasıl acentelik yapılacağını, nasıl brokerlik yapılacağını, nasıl eksperlik yapılacağını anlatan onlarca insan bulursunuz. Bu durum çağımızın hastalığı oldu ve bizim sektör bunun nirvanasına doğru ilerliyor.
İşte sistemimizi çökerten mesleki dejenerasyonun en önemli sebeplerinden biri bu. 20’nci yüzyılı inşa eden kurgu şuydu: Yeni bir şey bulmalıyım, yeni bir sitem yaratmalı ve insanlığa fayda sağlamalıyım! Bu düstur sigorta sektörüne şöyle yansıdı: Daha iyi ürün çıkarayım ve daha iyi hizmet sağlayayım.
Şimdilerde de böyle mi? Değil tabi, artık sektör, “benzer ürünlerin teminatlarıyla, kapsamıyla oynayayım, daha çok kâr elde edeyim” mottosuna sarılmış durumda. Sigortalı mağdur oluyormuş. Varsın olsun. Acente, broker mahcup oluyormuş. Varsın olsun. Eksper eksperlik görevini ifa edemiyormuş. Varsın edemesin. Ben her şeyi bir merkezden yönetebilirim.
1996’da SAB Bülteninde yazılmış bir makale var. Derneğimizin Yönetim Kurulu toplantısında bir konu öne çıkıyor ve “Acente Gözüyle” köşesinde bültende yer alıyor. Yazı özetle diyor ki, “Çalınan araçlarda bekleme süresi dahil aracın rayiç bedelinin bulunması ve işlemlerin nihayetlenmesi için 2-3 ayı geçiyor. Sigortalıya aracının çalındığı günün rayicini ödüyoruz. Sigortalı haliyle geçen süre zarfında %15 %20 zarar ediyor. Hazine ve sigorta şirketlerinin kasko özel şartlarında acil zorunlu düzenlemeler yapacağını umuyoruz.”
Üstatlar bunu 1996’da düşünmüş, bültene yazmış ve şirketlere de, Hazine’ye bildirmişler. 28 yıl sonra gelinen nokta ne? Artık sadece çalıntı araçlarda değil, pertlerde bile sigortalıları 2 ay 3 ay bekletiyoruz ve sigortalının ödemeye kadar geçen sürede ettiği zararı gidermeyi boş verin, hasarı belirlerken aracını zorunluluktan acil satmak isteyenlerin, dolandırıcılık yapmak için piyasa altı fiyatlarla gel gel yapanların fiyatlarını çıpalayarak ödeme yapmaya çalışıyoruz. Oysa teknoloji sistem de gelişti. Artık araç satmak basit bir noter işlemi. Bunu her alanda görebilirsiniz. Hasarlı aracının parçasını tedarikçi bulamayınca araç serviste yatıyor ama ikameyi uzatmıyoruz. Bir de sigortalıya diyoruz ki bizim tedarikçi bulamadı sen al. Sigortalı 100 lira verip parçayı alıyor. Diyoruz ki biz 70 lira öderiz. Sebep? Çünkü biz tedarikçiden bu kadar iskonto alıyoruz diyerek sigortalıyı yedek parça toptancısı yapmaya çalışıyoruz.
Hiçbir alanda mı iyileştirmemiz yok? Ne sayayım lastik eskime payını mı? Evde kırma dökme işi çıktığında sadece kırılan yeri onarıp evi yamalı bohçaya çevirmeyi mi? Sağlık poliçeleri ise ayrı bir facia.
Sektörün ikliminde “güven sarayı inşa” etmek istiyorsak poliçelerimizi yeniden tasarlamalıyız. Ödememe poliçeleri değil “başınıza ne gelirse gelsin, merak etmeyin sigortanız bizde” ruhu taşıyan poliçeler üretmeliyiz. Poliçelerimizi güven eksenine çekebilirsek, bunu başarabilirsek hem sektörü, hem de sektörün paydaşları olan bizleri rehabilite edebiliriz.
*SAB Sigorta Acenteleri Derneği Başkanı