17 Ağustos Depreminin yıldönümü sayısının kapağına baktığımızda “Unutmadık, Unutmayacağız” manşetini görüyoruz. O zamanki başyazarımız Emre Yazman ise 17 Ağustos 2000’de, yani depremden bir yıl sonra, eksiklere rağmen artık eski Türkiye olmadığımızı yazıyor. Peki 17 Ağustos’tan 24 yıl sonraki 6 Şubat Depremini yaşayanlar hâlâ öyle mi düşünüyor?
Türk insanının hasletleri arasında çabuk unutmak olduğu eskiden beri söylenegelir. Bundan dolayı olsa gerek, deprem felaketlerinde toplumsal koromuz “bu sefer unutmayacağız” demekten kendini alamıyor.
Peki gerçekten unutuyor muyuz, yoksa unutmuyor muyuz? Öncelikle unutmamaktan ne anladığımıza bakalım… Hep aklımızda tutarak, o konuyu düşünüp onunla ilgili hayaller mi kurarız, yoksa başımıza gelenlerden dersler çıkarıp bundan sonrası için doğru kararlar verip güvenli bir yaşamı mı tercih ederiz? Buna herkes kendi cevabını verebilir ancak biz cevap olarak arşive gidiyoruz. Önce geçen yılın Mart sayısındaki “Arşivden” sayfamıza bakalım:
Ders çıkarmamak
“653 kişinin hayatını kaybettiği, 3850 kişinin yaralandığı, 8057 binanın farklı şiddetlerde hasar gördüğü 1992’deki 6,8’lik Erzincan depreminden sonra 17 Ağustos 1999 depremi yaşandı. 7,4 büyüklüğündeki bu depremde 18 bin kişi can verirken, 49 bin kişi yaralandı, 285 bin konut, 43 bin işyeri hasar gördü. Bu sonuçlar toplumca ders çıkarmadığımızın bir göstergesi. Geçtiğimiz ay yaşanan ve trajik sonuçlara neden olan Kahramanmaraş depremleri ise hâlâ ders çıkarılmadığının söze yer bırakmayan daha da acı bir göstergesi oldu.”
Yukarıdaki satırlardan anladığımız kadarıyla toplum olarak ders almamışız ve giderek daha çok insanı depremlerde kaybetmişiz. Maddi yıkımdan hiç söz etmiyoruz bile.
17 Ağustos Depreminin yıldönümü sayısının kapağına baktığımızda da “Unutmadık, Unutmayacağız” manşetini görüyoruz. O zamanki başyazarımız Emre Yazman ise 17 Ağustos 2000’de, yani bir yıl önceye göre eksiklere rağmen artık eski Türkiye olmadığımızı yazıyor. Biz bugün, ülkesi için umudunu kaybetmeyen saygıdeğer Emre Yazman üstadımız kadar umudumuzu koruyabiliyor muyuz? Bunun cevabı müspet olmayabilir çünkü yıkım her büyük depremde artarak devam ediyor. Deprem yönetmeliğine uygun yapılan binalar bile yüzlerce kişiye mezar oluyor.
Bilimin önündeki engeller kaldırılsın
Dergimizin o dönemdeki yayın danışmanı İnal Karagözoğlu ise Türk Mühendis ve Mimarlar Odaları Birliği’nin (TMMOB) “Unutmadık Unutmayacağız” başlıklı kitapçığından alıntı yapıyor. Kitapçıkta, “Bugünkü deprem bilimi ve mühendislik düzeyimiz, depreme dayanıklı yapıların üretilmesini sağlayacak durumdadır. Yeter ki bilim insanlarının ve depreme karşı güvenli yapıların oluşmasını sağlayacak mühendislik alanlarının önündeki engeller kaldırılsın” deniyor. Bundan çeyrek yüzyıl önce yazılanlar, bugün gelinen teknoloji ve mühendislik düzeyi düşünüldüğünde, daha da karamsarlığa neden olacak bir etki yaratıyor.
Neticede biz aynı nakaratı tekrarlayıp durmak istemiyoruz. Geleceğe güvenle bakabilmek için, ülke olarak yarından tezi yok kanun, kural ve bilim ekseninde bir anlayışa kavuşmamız gerektiğini düşünüyoruz.