Dr. Hüseyin Akbulut ile sigortacılık tarihimizin bilenmeyenleri ve yanlış bilinenleri

Sigorta Dünyası’nın 757’nci sayısına konuk olan Dr. Hüseyin Akbulut ile sigortacılık tarihinde bilinenler ve bilinmeyenlerin yanı sıra yanlış bilinenleri de masaya yatırdık. İstanbul Üniversitesi’nde hazırladığı “Cumhuriyet Dönemine Kadar Osmanlı İmparatorluğu’nda Sigortacılık” başlıklı doktora tezi de bulunan Akbulut, zannedildiğinin aksine Osmanlı’da sigortacılığın 1870 Pera Yangınından sonra başlamadığını, bu yangında oradaki sigortalı evlere hasar tazminatı bile ödendiğini söylüyor. Osmanlı topraklarında deniz nakliyat sigortacılığının izlerinin 15’inci yüzyıla kadar gittiğini söyleyen Akbulut, yangın sigortacılığı talebinin ise 1870’ten çok önce, 1830’larda başladığını aktarıyor.

 

Türk sigortacılık tarihini anlayabilmek için İngiliz arşivlerinde araştırmalar yapan Akbulut, söyleşimizde oradaki sigorta şirketlerinin Osmanlı’da sigortacılıkla ilgili sahip oldukları bilgi ve belgelerden de bahsetti. Arşivden keşfedilen son bilgilerden biri de Osmanlı İzmir’inde modern anlamdaki ilk itfaiyenin sigorta şirketleri tarafından kurulduğu.

-Birant Yıldız

 

Hüseyin Bey, ülkemizde sigortacılığın başlangıç tarihiyle ilgili saptamalar net değil. Genelde 1870 Pera Yangınından başlatılıyor bu tarih. Sizin ise farklı bir tespitiniz var. Okurlarımızla paylaşır mısınız?

Öncelikle deniz sigortacılığına bakalım. Avrupa’da olduğu gibi, Osmanlı’da da sigortacılığın başlangıç noktası deniz nakliyat sigortasıdır. İtalyan Arşivlerinde Osmanlı liman kentlerinde 15’inci yüzyıldan kalan tarifeler olduğunu çok net görüyoruz. İtalya’daki bir limandan İzmir’e yapılan ya da İzmir’den İtalya’ya yapılan ticaretin sigorta tarifesi var. Bu tarife İngiliz arşivlerinde, Lloyd’s’ta bulunuyor. Çok rahatlıkla söyleyebiliriz ki, modern nakliyat sigortasının başladığı tarihlerden itibaren Osmanlı liman kentlerinde de sigorta sistemi vardı. Bunun kayıtlarını burada bulamamamızın sebebi ise liman kentlerindeki sigortacıların kurum değil, bireyler olması. Nakliyata bireysel bir sigortacı teminat verdiği için, iş onun bireysel kayıtlarına kalmış durumda. O yüzden bu bilgileri bulamıyoruz ama Venedik arşivlerindeki noter kayıtlarında Osmanlı topraklarında sigorta işlemleri yapıldığını görüyoruz. Bazı kitaplarda Sakız Adası’ndaki ve Galata’daki sigorta topluluklarının 14-16’ncı yüzyıllarda varlıklarını sürdürdüklerine rastlıyoruz. Yani sigorta bize çok yabancı bir sistem değil aslında. Osmanlı’da 14-15’inci yüzyıllarda ticaret yapıyorsanız, deniz nakliyat sigortası yapmanız gerekiyor. Zaten burada bu yapıların olduğunu da biliyoruz.

Dr. Hüseyin Akbulut

O zaman kimler aracılığıyla yapılıyor buradaki sigorta?

Komenda denen iş ortaklıkları var. Bu iş ortaklarına bir belge veriliyor. Gemi İtalya’daki limana gittiğinde, şirketin temsilcisine bu belge verilip oradaki işlemlerin başarılı olduğuna dair onay alınıyor. İki temsilci arasında deniz nakliyatının başarıyla gerçekleştiği belgelerle tasdik ediliyor ve kaptan ücreti ödüyor. Başarılı olmadı ve bir kayıp söz konusuysa karşı taraftan bu kayıp talep ediliyor. Buna komenda tipi ortaklık deniyor. Bu, deniz nakliyatının, yani yükün bir parçası olarak yapılıyor. Belli bir süre sonra yükün bir parçası olmaktan çıkıp sigorta primi olarak alınıyor. Onu da Osmanlı belgelerinde 1750’lerde görüyoruz.

Kara sigortacılığına gelirsek, daha çok 1870 Beyoğlu yangınında başladığı söyleniyor Osmanlı’da sigortacılığın ama siz daha önce başladığını savunuyorsunuz. Nasıl açıklıyorsunuz bu iddianızı?

Sigortacılık tarihine baktığınız zaman Marmara Üniversitesi’nde Fatih Kahya’nın yüksek lisans tezi Osmanlı kaynaklarına bakılarak yapılan ilk sigorta tarihi araştırmasıdır. Fakat oradaki çalışmada da belirtildiği gibi, Osmanlı sigortacılık tarihini anlamak için sadece Osmanlı kaynaklarına bakmanın yeterli olmadığıdır. Çünkü, Osmanlı kaynaklarında sadece devletin sigortacıya karşı yaklaşımını görüyorsunuz. Sigortanın iç işleyişini, toplumsal olarak nasıl ilerlediğini, ne tür etkilerde bulunduğunu, operasyon sistemini, kimler sigortacılık yapmış gibi bilgileri Osmanlı arşivlerine bulmanız mümkün değil.

Bu yüzden araştırmaya başladım ve gördüm ki İngiliz sigorta şirketlerinin yoğun bir varlığı var Osmanlı’da. Öyle olunca İngiliz arşivlerine girdim. İngiliz Ulusal Arşivi (National Archives) ve Londra Metropolitan Arşive girdim. Metropolitan’da muazzam kaynak var. Sigorta şirketleri Osmanlı İmparatorluğu’nda faaliyete geçtikten sonra merkezlerine sürekli bilgi vermiş. Bu bilgiler defterlere kaydedilmiş. 1863-64-65-66… diye il bazında; İstanbul ayrı, İzmir ya da başka bölgeler ayrı olmak üzere tüm gelişimi görebiliyorsunuz. Sigorta acentesi hangi kriterlere göre seçiliyor, İstanbul’da kaç potansiyel müşteri var, müşterilerin milliyetleri, bunların nerelerde ve ne tür evlerde oturdukları, hangi bölgelerin daha güvenli, hangilerinin daha güvensiz olduğu gibi müthiş bilgiler var.

Bunun yanı sıra su tedarik kaynaklarının nerelerde olduğu, yangın olduğunda nereden nasıl müdahale edileceği, polis teşkilatının genel durumu, ekonominin genel durumu, sigortacılığın gideceği yönün ne olacağı, insanların sigortacılığa bakış açısı, ticaret, devletin orada etkinliği, fabrikalar var mı ve fabrikalardaki malların bulunduğu depolar ne durumda gibi çok detaylı bilgilere ulaşabildim. Mimari çizimleri bile görüyorsunuz. Örneğin, öncelikle bir deponun çizimi yapılıyor; kaç katlı, ahşaptan mı taştan mı, yapının yanında ne var ve ne kadar mesafede, su kaynakları ne kadar mesafede, itfaiyenin oralara ulaşma zamanı gibi konuları hesap ederek oradaki riski belirliyorlar. Yani riski kabul etmeden önce risk araştırmalarını yapıp ondan sonra fiyatlayıp kabul ediyorlar.

Daha sonra bir tarife getiriyorlar. Örneğin, İstanbul’un Galata bölgesinde eviniz taş ise ödeyeceğiniz prim belli. Yeniköy’de eviniz ahşapsa poliçe tarifesi belli. Yani saydığım kriterlere göre tarife tabloları yapılıyor o dönemde.

Sorunuza gelecek olursak, Osmanlı’da ya da bu topraklarda sigortacılık dediğimiz zaman, hem internet kaynaklarında hem de kitaplarda 1870 yılında Beyoğlu yangınıyla başladı deniyor. Ancak 1870 Beyoğlu yangınında sigorta şirketleri hasar ödemişti. Yani ondan çok daha önce başlamıştı sigortacılık. Biz şunu biliyoruz: Sun sigorta şirketi, yani İngiltere’nin en büyük sigorta şirketlerinden biri 1863’te İzmir’de Henry Rose adlı acentesiyle, İstanbul’da Clifford adlı acentesiyle açıyor şirketini. Bunlar aslında frenk ve levanten dediğimiz, Osmanlı İmparatorluğu’nda doğup büyümüş İtalyan, İngiliz, Fransız veya Alman vatandaşları. Burada İngiliz yatırımları söz konusu olduğundan çok ciddi sigorta talebi var. “Biz sizin acenteniz olmak istiyoruz, burada potansiyel var” diye Sun sigorta şirketine yazıyorlar. Sun da eğer kabul ediyorsa, “Acente olabilirsin, maaşın bu kadar, tutacağın büro şu kadar, masrafların bu kadar olmalı” diyerek yetki veriyor. Yani Sun sigorta şirketi 1863 yılından itibaren İstanbul’da acentesiyle teminat vermeye başlıyor. Defterlere baktığınız zaman, Sun sigorta şirketinin İzmir’de acentesini 1863’te açtığını görüyoruz ama o zaman 12 sigorta şirketi zaten İzmir’de faaliyet gösteriyor. Bunların dördü İngiliz; Alman da var, İsviçreli de…

İktisat tarihçisi Orhan Kurmuş ise “Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi” adlı kitabında İngiliz kaynaklarından hareketle, kara sigortacılığının başlangıcı olarak 1859 tarihini veriyor. Ama onunla ilgili de net bir bilgi yok; yani yangın sigortacılığının nerede başladığını o tarihin belgeleriyle göremiyorsunuz.

Ne tür belgeler arıyoruz burada?

Bir sigorta şirketinin poliçesi olabilir, kuruluş bilgisi olabilir, reklam bile olabilir… Bununla ilgili tarihi belge bulamadık. Ama Orhan Kurmuş’un 1859 tarihini vermesi mantıksız değil. 1870’ten daha önce yangın sigortacılığının başladığını rahatlıkla söyleyebiliyoruz.

Bankasürans sigortadan önce gelmiş

Zaten Sun sigorta şirketinin arşivlerine baktığınız zaman, özellikle 1830’lardan, 40’lardan sonra yangın sigortacılığına müşteri taleplerinin olduğunu ve bu taleplerin sigorta şirketlerinden önce bankalara iletildiğini görüyoruz. Osmanlı’da faaliyet gösteren Bankalar da İngiliz Sigorta Şirketlerine sigorta yaptırıyor. Yani İlk önce bankasürans sigortacılığı yapıldığını görüyoruz. Sun arşivinde bunlar var.

İtfaiye teşkilatını ilk sigortacılar kurdu

Yani, kısaca, yangın sigortacılığının başlangıcı olarak 1870 geç bir tarih. Hatta Sun, Beyoğlu yangınından sonra İzmir’deki acentesi Henry Rose’a 8-10 sayfalık ekspertiz raporu yaptırıyor. Yangın nerede başladı, hangi alanlarda felaket boyutuna ulaştı, bunların sigortalılık durumu, bu insanların yangın olduklarında nereye gittikleri, devletin yangına karşı nasıl hareket ettiği, tulumbacı sistemi ve su tedariğinin ne kadar yetersiz kaldığına dair geniş bir rapor hazırlanıyor. Bu raporlarla birlikte modern itfaiyeciliğin başladığını da biliyorsunuz İstanbul’da. İzmir’de de itfaiyeyi oluşturan ilk kurumlar sigorta şirketleridir. Bunlarla ilgili İngiliz arşivlerinde çok ciddi kaynaklar var.

Bu daha önce biliniyor muydu?

Hayır, bu yeni bir bilgi. Sigorta şirketleri İngiltere’den modern yangın cihazlarını alıyor, burada bir birim kuruyorlar ve modern anlamda ilk itfaiye teşkilatını sigorta şirketleri 1877’de İzmir’de kuruyor. Oluşturulan yangın teşkilatlanmasında sigorta şirketleri topladıkları prim oranında teşkilata katkıda bulunuyor. Bu İngiltere’de 17’nci yüzyılın sonunda ve 18’inci yüzyılda uygulanan itfaiye sisteminin aynısı. Orada da itfaiye sistemini sigorta şirketleri kuruyor, topladıkları prime oranla da katkıda bulunuyorlar. İlk başta her sigorta şirketinin ayrı bir itfaiye teşkilatı varken, sonra daha verimli olması için 18’inci ve 19’uncu yüzyılda ortak bir teşkilat kuruyorlar. Sigorta şirketleri oradaki “know how”ı İzmir’e getiriyor. Yani sigorta şirketleri burada modern bir teşkilat yokken itfaiye teşkilatını kurup yangınları önlemeye çalışıyor.

Yani poliçe satıp prim toplayıp teminat vermekle kalmayıp bir de yangınlara karşı mücadele de ediyorlar…

Aslında şöyle oluyor: Özellikle 19’uncu yüzyılın ikinci yarısı itibarıyla Osmanlı İmparatorluğu dünya pazarlarına açılıyor. Amerikan iç savaşından sonra pamuk tedariğinde sıkıntı ortaya çıkınca, oradan hammadde alamayan İngiltere ve diğer Batılı ülkeler yüzlerini Osmanlı İmparatorluğu’na dönüyor. Çünkü Osmanlı’nın iklimi ve geniş toprakları hammadde için ideal özellikler sergiliyor. Bu yüzden özellikle İstanbul, İzmir, Hatay, Mersin, Sinop, Trabzon gibi sahil şeridindeki illerden ham maddelerin dünya pazarlarına götürülmesi söz konusu oluyor.

Diğer taraftan, Batı ülkeler tarafından Osmanlı’ya liberal politikalar da dayatılıyor. Şehirler ona göre dizayn ediliyor. Yangına, salgın hastalıklara karşı daha korunaklı şehirler için düzenlemeler yapılıyor. Modern belediyecilik sistemi de yine bu dönemde kurulmuş. Modern polis sistemi, modern hastane sistemi yine bu dönemlerde kurulmuş Osmanlı’da. Osmanlı’da modern şehirciliğin gelişimi aslında sigortacılığının gelişimiyle paralel olmuş. Modern su tedarik sistemi bu dönemde ortaya çıkmış. Sigorta şirketleri modernizmin kurumlarıyla birlikte ortaya çıkan bir güvenlik unsuru aslında.

Sigortacılığı tek başına ele aldığınızda bir körlüğe uğruyorsunuz. Bütüne bakmak yerine sadece bir parçaya odaklanıyorsunuz. Aslında sigortacılık modern şehirciliğin güvenlik sisteminin bir parçası olarak devreye giriyor. Bu güvenlik sisteminde kamunun yaptıkları da var, sigorta şirketleri gibi özel şirketlerin yaptıkları da… Ama burada tam bir liberalizm, hatta biraz fazla liberalizm görüyoruz. Birinci Dünya Savaşı’na kadar sigorta şirketleriyle Osmanlı Devleti arasında sigorta piyasasını düzenleme / düzenletmeme çatışması var. Şirketler piyasanın düzenlenmesini istemiyor, çünkü bu kadar serbest piyasanın olduğu bir ortamda sigorta şirketleri çok rahatlıkla Osmanlı piyasasına girip çıkabiliyorlar. Sigorta şirketi sayısı 80’i buluyor.

Bu sayı günümüzdekinden bile fazla…

Evet, çünkü bu şirketler denetime tâbi olmadan piyasaya girip çıkabiliyorlar. Poliçe keserken vergi yok, hesap verme söz konusu değil. Aslında Batılı ülkelerden çok daha serbest bir ortam söz konusu. Öte yandan, sigorta şirketleri burada sigortayı yaymak için ciddi çaba gösteriyor. Hatta sigortalılık oranı bir ara binde 2’ye kadar çıkıyor. Biz bu orana Türkiye Cumhuriyeti’nde 1980’den sonra geldik.

O kadar eski devirde 1980’lere denk gelen oran nasıl yakalanmış peki?

O dönemde yoğun bir sigortalama psikolojisi var. Sanayi üretimi tamamen yabancıların elinde olduğu için sigorta öne çıkıyor doğal olarak. Aslında sadece yabancılardan da değil, Osmanlı vatandaşı gayrimüslimler, yani Rumlar, Ermeniler ve Yahudilerden de bahsediliyor. Onlarda da sigortalanma oranları çok yüksek. İlginç bir şey söyleyeyim: Anadolu’da şu anda yapılandan çok daha fazla hayat sigortası yapılıyor o dönemde. Eski Metropolitan, zannediyorum şu anki MetLife’ın Erzurum’da Sivas’ta hayat sigortası yaptığını görüyoruz. Ama Türkler değil, yoğun olarak Ermeniler hayat sigortası yaptırıyor. Hayat sigortası anlamında o dönemde sigortalık oranı çok yüksek.

Neden hayat sigortası yaptırıyorlar o zaman?

Hayat sigortacılığının başlangıcında, kişinin kendisi öldükten sonra yakınlarının maddi anlamda sıkıntıya düşmemeleri için para ödenmesi talebi olduğunu görüyoruz. 1750’lere kadar bu fonksiyon sandık adı altında yürütülüyor. Zaten böyle yardımlaşma sandıklarıyla bu sistem var olmuş. Buradaki sandıklar meslek gruplarına göre şekilleniyor. Papazlar var, askerler var, loncaların yardım sandıkları var… 1750’lerde İskoçya’da bir papaz öldüğü zaman sendika ölenin ailesine maksimum altı ay maaş verebiliyor. Bunu nasıl yükseltebiliriz diye düşünüyorlar ve orada toplanan paraları yatırımlarda değerlendirme fikri ortaya çıkıyor. Burada bir kırılma meydana geliyor, para üçken 13’e, hatta 123’e dönüşüyor. Diğer sandıklar da diyorlar ki, “Sen bu parayı çok iyi değerlendiriyorsun, biz de sana yatırım yapmak istiyoruz.” Hayat sigortacılığı da aslında böyle başlıyor.

İslam ülkelerinden farklı olarak, burada alınan paranın yatırımlarla değerlendirilip kocaman bir yapıya dönüştürülmesi söz konusu. Böylece ölenin yakınlarına altı ay değil, ömür boyu maaş ödenebiliyor.

Bu sayede, 1950’lere gelindiğinde İngiltere’deki toplam şirketlerin üçte birinin sahibinin hayat sigortası şirketleri olduğunu görüyoruz. Günümüzde ise hayat sigortası şirketlerinin toplam büyüklüğü, yanlış hatırlamıyorsam, 200 milyar pound civarında. Osmanlı İmparatorluğu’nda da ticaret yapan veya Sivas’ta, Erzincan’da küçük çaplı üretim yapanlar var. Bunlarda da öldükten sonra ailelerine ne olacak kaygısı var. Sigorta acenteleri normalde İzmir’de, İstanbul’da bulunuyor. Adam İzmir’den kalkıp Sivas’a sigorta yapmaya gitmiyor elbette. Alt acentelikler veriyor ve bu alt acentelikler o bölgelerin insanlarından oluşuyor. Bu alt acenteler Van’da, Elazığ’da, Sivas’ta sigorta yapıyor. Aslında piramit şeklinde yukarı akan ve tabana doğru genişleyen bir sistem var. Hammaddeyi Sivas’tan alıp İzmir’deki limana getiren tüccarlar buradaki ilişkilerden sigortayı öğreniyor ve kendi şehrinde satıyor. Ama sonrasında bu alt acentelikler daha da artıyor.

Osmanlı’da ilk sigorta şirketi hangi tarihte kuruluyor?

1892’de İngiliz ve Fransız sermayesiyle Osmanlı Sigorta Şirketi kuruluyor. Osmanlı’da bildiğimiz kadarıyla yerli sigorta şirketi neredeyse hiç yok. Anadolu Sigorta kurulana kadar ben rastlamadım. Çok keskin cümleler kurmak istemiyorum çünkü kesin belgelere ulaşmak kolay değil. Ancak, Osmanlı Bankası ne kadar Osmanlı ise Osmanlı Sigorta Şirketi de o kadar Osmanlıdır, çünkü İngilizlerle Fransızların kurduğu şirketler bunlar. Fakat belgelerde, Osmanlı Devleti’nin Osmanlı Sigorta’yı çok desteklediğini görüyorsunuz. Devlet yerel yönetimlere sigortalarının Osmanlı Sigorta Şirketi’ne yaptırılması gerektiğini telkin ediyor.

Osmanlı Devleti pragmatik bir yapı. Bunu şu yüzden söylüyorum: Osmanlı Sigorta Şirketi, Osmanlı Devleti’nde kurulmuş, Osmanlı kanunlarına tâbi ve vergi veren bir sigorta şirketi. Çok daha ilginci, bu Şirket 1900’lerin başlarında İngiltere’de risk kabul etmeye, yani reasürans da yapmaya başlıyor. Zaten kuruluşunda reasürans yapabileceğine dair bilgiler var. Osmanlı Devleti’nin bu Şirketi desteklemesini Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Anadolu Sigorta’nın desteklenmesine benzetiyorum. Ancak liberal politikalardan biraz daha ulusal politikalara doğru gidiyoruz Cumhuriyetle birlikte.

Evet, Cumhuriyetle birlikte başlayan millileşme politikalarından sigortacılık da etkileniyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu konuyu?

Ben biraz daha “disiplinci” yöntem diyorum buna aslında. Çünkü 1. Dünya Savaşı’ndan 2. Dünya Savaşı’na giden ortamda bir de 1929 büyük ekonomik bunalım yaşanıyor. Ülkeler içe kapanma ve kendi kendine yetme üzerinden politika sürdürdükleri için disiplinci politikalar çok daha önde. Kendi kaynakları ile kendine yetme burada temel unsur haline geliyor. Doğal olarak Türkiye de kendi içine kapanıp hem üretim noktasında hem finansal noktalarda kendi kendine yeten ve kendi varlıklarını kendi sigortalayabilen bir yapı oluşturmaya çalışıyor. Osmanlı İmparatorluğu’nda yabancı payı sigortacılıkta neredeyse %100’ken, Türkiye Cumhuriyeti’nde uzun süre %20 yabancı, %80 yerli oluyor. Bu politika 1980’lere kadar sürüyor.

Yani ulusalcı politikalar Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk dönemlerinde çok yoğun bir şekilde uygulanıyor. Zaten tabana yayılan bir sigortacılık söz konusu değil. Devlet ihalelerindeki yatırımların sigortaları yerli sigorta şirketlerine yaptırılıyor. Uzun yıllar bu böyle devam ediyor. Yabancı şirketlerse daha çok reasürans ya da koasürans yapıyor.

Cumhuriyet dönemi sigortacılığını bir başka röportaja bırakarak son sorumu sorayım: Milli iktisat politikaları sigortacılığın gelişimini sizce nasıl etkiledi?

Bu aslında Atatürk’ten de önce, 1912’de İttihat Terakki hükümeti ile başlayan bir politika. Milli bir burjuvazi sınıfı oluşturmaya çalışılıyor. “Avrupa ülkeleri neden gelişti de Osmanlı gelişmedi?” sorusunun cevabı, “Çünkü burjuva sınıfı yoktu” diyerek veriliyor ve bu sınıfın yaratılması gerektiği saptanıyor. Ancak onun da milli olması gerektiği düşünülüyor. Böyle olunca 1912’den sonra milli iktisat politikaları Osmanlı’ya da egemen oluyor. Atatürk’ün millileştirme politikasının da bunun devamı olduğu düşünülebilir. İzmir İktisat Kongresi ile ortaya çıkan yabancı sermayeye izin verilmesi, sermaye yetersiz olduğunda devletin bu yatırımları yapması da milli burjuvazi/milli iktisat politikasının sonucu. Bu sigortacılığı nasıl etkiledi dersek, inşa halinde olan bir Cumhuriyet için bir zorunluluk gibiydi derim. Çünkü bütün ülkeler liberal politikalardan kaçınmış ve kendi içlerine kapanmış, kendi kendilerine yeten bir pozisyondaydı. Yani, evet, uygulanması gereken bir politikaydı, fakat bence fazla uzun sürdü, ta 1980’lere kadar.

Bu politikalar Türkiye’nin daha geç liberalleşmesini doğurdu denebilir. 1950’lerden sonra daha fazla tabana yayılır ve görülür bir sistem olabilirdi sigortacılık. Ama basına baktığınız zaman da sigortacılığı göremiyorsunuz. Gönüllü olmayan, sadece devletin yaptığı yatırımlar üzerinden ilerleyen bir sistem anca bu kadar gelişebilirdi belki de.

Son olarak, sizce sigortacılığın gelişememesinin sebebi dinî mi?

Sigortacılığın bu topraklarda gelişememesinin sebebi olarak İslam inancını gösterenler eskiden beri var. Ancak, sigortacılığın büyüyebilmesi için belli faktörler olmalı. Öncelikle ekonominin stabil ve öngörülebilir olması gerekiyor. Çalışan bir insanın bir yıl sonra da orada çalışacağını görmesi ya da kolay iş bulması gerekiyor. Ekonominin yanı sıra gelirin de stabil olması gerekiyor yani. Ayrıca hukuk sisteminin stabil ve adem-i merkeziyetçi olması gerekiyor. Bunlar olduğu zaman inancınızın ne olduğu önemli değil, sizin de sigortacılığınız gelişebilir. Sigortacılığın gelişmemesini dine bağlamak doğru değil bence. O zaman tekâfül sigortacılığında ilerleyerek belli bir noktaya gelmiş olmamız gerekirdi, sebep eğer din olsaydı. Bir de ayrıca sigortalanabilir değerler olması gerekiyor. Yani ekonomik, hukuki ve sosyal anlamda belli düzeye ulaşmak lazım, tek açılı bakış burada doğru değil.

Yurtdışına baktığınız zaman bir sigorta şirketi mutlaka sosyolog çalıştırıyor, çünkü toplumu anlamaya çalışıyor. Toplumu anladıktan sonra nereye gideceğini kestirebiliyor ve sigorta ürününü ona göre oluşturuyor. Bugün Batıda sigorta şirketleri polis yönetmeliklerini bile etkileyebiliyor. Amerika’da suçlu birinin polisten kaçarken diğer araç ve insanlara zarar vermesi nedeniyle, sigorta şirketleri polis yönetmeliklerinin sigortalı birey ve diğer araçları da göz önünde bulundurarak değiştirilmesini talep ediyor ve bu istek doğrultusunda da yönetmelik değişiyor. Sigorta şirketleri; hükümetlerin ekonomi politikalarını belirleyebilecek kadar etkililer. Avrupa’da belediyelerin en yakın çalıştığı şirketler sigorta şirketleri. Riskin öngörülüp önlenmesi noktasında insanlara minimum zarar verecek sistemlerin kurulması anlamında sigorta şirketleriyle belediyeler ortak çalışıyor. Bu yüzden, sigortacılıkta ne kadar gerideyiz demeden önce bu anlamda bütünleşik bakış açısıyla bakmak gerekir. 

Dr. Hüseyin Akbulut kimdir?

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi İşletme bölümü mezunu olan Hüseyin Akbulut, Osmanlı toprak düzenine ilgisi nedeniyle yüksek lisansını 1858 Arazi Kanunnamesi üzerine yaptı. Sigorta sektöründe çalışırken doktoraya başlayan Akbulut, “Sigortacılık tarihi ile ilgili çok az kaynak olduğunu gördüm. Her şey 1870 Pera yangınıyla başlamış gibi bir paradigma vardı. Ama bunun kaynağını bulmanız pek mümkün değil. Yayınlanmış birkaç kitap var ama bu kitaplarda ciddi bir kaynak göremiyorsunuz. Açıkçası benim ilgim bu topraklarda sigortacılığın kökenine inerek başladı” diyor. Hüseyin Akbulut aynı zamanda Smart Assist Genel Müdürü.