Büyük felaketin ardından geçen bir yılda, sigortacıların zorunlu deprem sigortasını geliştirmek için emek sarf ettiğini ve belirli konularda mesafe kat edildiğini görüyorum. Ancak problemlerimizin boyutu, çok daha yoğun bir konsantrasyon ve büyük bir gayret gerektiriyor. İstanbul depremini beklerken bırakın Türkiye genelini, mahalle mahalle sigortalılık oranlarını tespit etmeye, kapsayıcılığı artırmak için kapı kapı dolaşmaya ihtiyacımız var. Tabii toprağa verecek bir 50 milyar dolarımız daha yoksa.
-Dr. Hasan Meral
6 Şubat 2023 tarihinde Türkiye tarihinin en yıkıcı depremleriyle sarsıldık. Resmi rakamlara göre 50 binden fazla canımızı kaybettiğimiz felaketin maddi bilançosu 105 milyar dolar olarak açıklandı. Konutlarda meydana gelen hasarın boyutu ise 54,7 milyar dolar oldu. Ne yazık ki, bu kaybın yalnızca 1,9 milyar doları sigorta kapsamında tazmin edilebildi.
Depremin hemen ardından Reasürör ve Sigorta Dünyası dergilerinde, zorunlu deprem sigortasındaki teminat açıklarını ve bu açıkların ortaya çıkmasına neden olan problemleri eleştiren iki yazı kaleme aldım. Kahramanmaraş depremlerinin zorunlu deprem sigortasının kapsayıcılığını artırmasına vesile olması gerektiğini vurguladım. Bu yazıda, depremlerin üzerinden geçen bir yılda nerelerde ilerleme kaydedildi, nerelerde gelişim alanları var, ona bakalım.
Zorunlu deprem sigortasında gördüğüm sorunları üç başlıkta toplamıştım: sigorta kapsamı, sigorta bedeli, sigortalılık düzeyi.
Sigorta Kapsamı
Zorunlu deprem sigortasının etkinliğini sınırlayan en büyük problemlerden biri, belediye sınırları dışındaki evlerle ruhsatsız durumda olan yapıların kapsam dışında bırakılması. Ancak son depremler, maddi ve bedensel kayıpların esas olarak bu yapılarda meydana geldiğini gösterdi. Öncelikle DASK kapsamının kırsaldaki evleri de içine alacak şekilde genişletilmesi gerekiyor. İnşaat tekniğinde sorun olan yapılar içinse riskli sigortalar havuzu kurulabilir. Devletin “oturulabilir” bulduğu, su, elektrik, doğalgaz bağladığı yapıları deprem sigortası kapsamına almamak, kamu için hem büyük bir tutarsızlık hem de önemli bir kapsayıcılık sorunu.
Sigorta Bedeli
Ortaya çıkan devasa teminat açığının ana sebeplerinden biri, sigorta bedelinin yeniden inşa bedeline kıyasla çok düşük kalmasıydı. Kahramanmaraş depremlerinde DASK, ağır hasarlı binalar için ortalama 185 bin TL tazminat ödedi. Neyse ki bu yıl başında metrekare bedellerinde kayda değer bir artış sağlandı. Daha da önemlisi, poliçeler için enflasyon koruması getirildi.
Tabii, metrekare bedellerini artırmak yeterli değil, poliçelerdeki metrekare bilgisinin de doğru girilmesi gerekiyor. Maalesef, fiyat daha az çıksın diye metrekare bilgisinin düşük girilmesi gibi bir eğilim olduğunu biliyoruz. Bu problem, tapu daireleriyle yapılacak entegrasyonla önemli ölçüde giderilebilir. Beyana dayalı girilen poliçelerde ise sigorta şirketleri ve aracılar üzerinden bir kontrol mekanizması tesis edilebilir.
Sigortalılık Düzeyi
Tüm bu problemler içinde en primitif olanı ülkedeki zorunlu deprem sigortası sigortalılık düzeyinin ne olduğunu bilmiyor olmamız. Kapsam başlığında açıkladığım üzere, bina stokunun bir bölümü sigorta kapsamında değil. Teknik olarak anlaşılabilir bir düzenleme olsa da ortada büyük bir bilgi ve algı kirliliği var. Zira sigorta kapsamı dışında bırakılan konutlar, DASK sigortalılık oranının hesaplanmasında yok sayılıyor.
Ekim 2021’den bu yana DASK tarafından açıklanan sigortalılık oranlarının gerçeği yansıtmadığını yazıyorum. Belli ki yeterince gündem oluşmadığı için DASK, herhangi bir bilgilendirme veya değişiklik yapma ihtiyacı görmedi. Ancak, deprem sonrası ekranlarda deprem bölgesindeki sigortalılık oranının %50 olarak açıklanmasının bende derin bir hayal kırıklığı yarattığını itiraf etmeliyim.
Büyük İstanbul depremini beklerken bırakın Türkiye genelini, mahalle mahalle sigortalılık oranlarını tespit etmeye, kapsayıcılığı artırmak için kapı kapı dolaşmaya ihtiyacımız var. Tabii toprağa verecek bir 50 milyar dolarımız daha yoksa.
Büyük felaketin ardından geçen bir yılda, sigortacıların zorunlu deprem sigortasını geliştirmek için emek sarf ettiğini ve belirli konularda mesafe kat edildiğini görüyorum. Ancak problemlerimizin boyutu, çok daha yoğun bir konsantrasyon ve büyük bir gayret gerektiriyor. Türk sigorta sektörünün göstereceği bu özverinin afetlere karşı finansal dayanıklılığın artırılmasında önemli bir itici güç olacağını düşünüyorum. Önümüzdeki dönemde kamu-özel sektör işbirliğinde, afet bilincini arıtmak ve sigorta kültürünü geliştirmek için daha fazla çalışmalıyız.