Devletler yıkılıp yeniden kurulabilir, iktidar bir kesimden bir başka kesime geçebilir, rejimler değişebilir; dünyada bunlar neredeyse her gün olagelmektedir, ancak toplumların zihin ve istikamet değiştirmelerine pek sık rastlanmaz. Cumhuriyet, özünde kuruluşu ve sonrasındaki Atatürk Devrimleri ile birlikte bir toplumun zihin değiştirmesidir.
-Celal Çelik
Cumhuriyetimiz 100’üncü yaşını dolduruyor. Sevinçle, coşkuyla kutlamaya hazırlandığımız bu önemli yıldönümü, ne yazık ki 6 Şubat’ta meydana gelen deprem nedeniyle Cumhuriyet tarihinin en büyük felaketiyle gölgelendi. Sonrasındaki seçim süreci, seçim sürecindeki kamplaşma, seçim sonrasındaki ekonomik dalgalanmalar derken, Cumhuriyetin 100’üncü yılını kutlamaya odaklanmak için pek fırsatımız olmadı gibi görünüyor. Etkinlikler hayli sönük; ne kamuda ne de toplumda yeterli heyecan var.
Yetmezmiş gibi bir de İsrail-Filistin savaşı yeniden alevlendi. Üstelik savaş bu kez tüm Ortadoğu’yu ateşe atabilecek vahşet ve yoğunlukta başladı.
Maalesef dünya böyle… İnsanlık tarihinde barış ve huzur dönemleri yok denecek kadar az; savaşların biri bitmeden birkaçı birden patlamış hep. Devletler, dinler, kavimler, uluslar, kimlikler arası gerilim ve çatışmalar tarih boyunca neredeyse hiç dinmemiş. Zaten Cumhuriyetin kuruluşu da insanlık tarihinin en büyük alt üst oluşlarından biri olan Birinci Dünya Savaşı’nın sonucuyla ilgili.
Savaşta yenilmiş, toprakları işgal edilmiş, ordusu dağıtılmış, çökmüş bir imparatorluktan, hem de savaş kazanarak modern bir devlet çıkarabilmek tarihte pek sık rastlanan bir başarı değil. Bunu bir de bitmek bilmeyen savaşlarda yorulmuş, salgın hastalıktan kırılmış, yoksulluktan, doğal felaketlerden bitap düşmüş, onuru zedelenmiş, ulus bilinciyle bile henüz tanışamamış bir insan sermayesiyle başarmaya her halde “mucize” denebilir.
Bunun mimarı olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e çok şey borçluyuz. Onu bir kez daha sonsuz bir şükranla anıyoruz.
Tüm eksiklerine ve hatalarına rağmen Cumhuriyet gerçekten bir mucizedir. Türkiye Cumhuriyeti sadece basitçe, “egemenliğin bir kişiden/bir aileden alınıp halka verilmesi”, “saltanatın lağvedilmesi” durumu değildir. Cumhuriyet, özünde kuruluşu ve sonrasındaki Atatürk Devrimleri ile birlikte bir toplumun zihin değiştirmesidir. Devletler yıkılıp yeniden kurulabilir, iktidar bir kesimden bir başka kesime geçebilir, rejimler değişebilir; dünyada bunlar neredeyse her an her gün olagelmektedir, ancak toplumların zihin ve istikamet değiştirmelerine pek sık ve kolay rastlanmaz.
Cumhuriyet bu topraklarda yaşayan insanlara bir “özne” olduklarını söylemiştir. Bir saltanatın istediği hakkı bahşedip istediğinde geri alabildiği pasif bir “kul” değil, varlığının ayrılmaz unsuru haklara sahip birer “vatandaş” olduklarını ilan etmiştir. “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Ulusundur” şiarı ile bu anlatılmaktadır.
Sadece bu da değil; bunun bir slogan, bir ideal olarak kalmaması için gerekli altyapıyı da oluşturmaya çalışmış, bunda da büyük ölçüde başarıya ulaşmıştır. Bunlara kısaca “Atatürk İnkılapları/Devrimleri” diyoruz. Cumhuriyet, belirlediği “muasır medeniyet” hedefiyle yönünü o medeniyetin merkezi olan Batı’ya çevirmiştir.
Bu köklü istikamet değişikliğinin en büyük kazananı ise kadınlar olmuştur. Medeni Kanun’la kadınlar için eşit birer vatandaş olmanın yolu açılmıştır. Öncesinde, büyük ölçüde eve hapsedilmiş, yarı köle durumundaki kadının hayatın her alanında kendini göstermesi ve gerçekleştirmesinin zemini hazırlanmış, çok geçmeden de Türk kadınları bu haklarını gayet başarıyla kullanmaya başlamışlardır. Bu bakımdan laik ve demokratik Cumhuriyet en çok da kadınlar için vazgeçilmezdir.
Yazılacak çok şey olsa da köşemiz sınırlı. Yeni kuşaklar için Cumhuriyetin nasıl bir kazanım olduğunu anlamanın en iyi yolu son dönem Osmanlı ve erken Cumhuriyet dönemi aydınlarının anı kitaplarını okumaktır.
Cumhuriyetimizin 100’ncü yaşı kutlu olsun. Cumhuriyeti bize armağan ederek, “Türkiye Cumhuriyeti İlelebet Payidar Kalacaktır” diyen Atatürk’e sonsuz selam ve saygıyla…
Celal Çelik
Sigorta Dünyası – 749. sayı