Zorunlu Deprem Sigortası Gerçeği…

Yaşadığımız deprem felaketi bir kez daha gösterdi ki sigorta toplumsal yaşamın temel yapı taşlarından birisi. Yaklaşık 20 yıl önce yaşadığımız bir başka büyük afet sonucu kurulan DASK, bugünkü depremin yaralarını sarmada önemli bir rol üstleniyor. Peki, 20 yıl önce yaşadıklarımızdan yeterince ders aldık mı? Ya da aldığımız dersleri uygulamaya dökebildik mi?

Sigorta Strateji yazarı Gökhan Koruyucu Türkiye’de zorunlu deprem sigortasının gelişim sürecini ve uygulamada karşılaşılan aksaklıkları yazdı.

Yüzyıllardan beri depremin beşiği olan bir coğrafyada yaşadığımızı ve bunun tüm ülkeyi nasıl etkileyebileceğini, bu son faciadan önce 1999 Gölcük Depremi ile tecrübe etmiştik. Gölcük Depremi, ilk kez deprem gerçeğinin lokal bir problem olmadığını, çok geniş bir alanı ve yüzlerce yerleşim merkezini vurabilecek ölçüde olabileceğini bize göstermişti.


1999 tarihi bu sebeple bir dönüm noktasıydı. Televizyon kanalları hiç olmadığı kadar uzun süre deprem ile ilgili programlar yaptılar, inşaatların güvenilirliği hiç olmadığı kadar sorgulanmaya, cezaları arttırılmaya başlandı. İstanbul için gerçekleşecek benzeri bir depremin etkilerinin ülkeye nelere mal olabileceği ve bununla ilgili alınması gereken önlemler tartışılmaya başlandı. Siyasi partiler bile seçimde Deprem önlemleri ile ilgili vaatler sunmaya başladı.

İşte bu gelişmelerin ışığında 2000 yılında olası deprem riskini kontrol altına alabilmek için Doğal Afet Sigortaları Kurumu (DASK) kuruldu ve Zorunlu Deprem Sigortası hayatımıza girdi. Bu tarihten önce sigorta şirketleri bu riski yangın poliçelerinde “Deprem ve Yanardağ Püskürmesi” adı altında bir ek teminat ile güvenceye alıyordu. Bu teminatın tamamen isteğe bağlı alınması ve genel poliçe fiyatını etkileyen bir unsur olması, içeriğindeki muafiyetler ve riski yüksek yerlerde teminatların sınırlandırılması gibi sebepler tercih edilirliğini düşürüyordu.

DASK poliçesi, adının önündeki “zorunlu” ibaresinin de verdiği güvenceyle, tüm bu açıkları doldurmaya adaydı. Yıllar içerisinde toplanacak primler ve bu primlerin doğru yönetilmesiyle oluşacak fon sayesinde bir daha böyle bir facia yaşandığında, hem o depremden etkilenecek mağdur vatandaşı hem de ülkeyi yönetenleri zora düşmekten kurtaracaktı.

Fakat hemen arkasından gelen ekonomik kriz bizlere deprem gerçeğini çok çabuk unutturdu. Her nasıl oluyorsa “zorunlu” olan bu poliçe çok düşük oranlarda tercih ediliyor bu da henüz yeni bir kurum poliçesi olan DASK’ın fonunun büyümesini zorlaştırıyordu. Çünkü poliçe her ev sahibi için ne kadar zorunlu olsa da poliçeyi almayan için bir yaptırımı yoktu.

Bunun üzerine zorunluluğun kapsamı genişletildi ve elektrik ve su abonesi yaptıracak herkesin bu poliçeyi yaptırması zorunlu kılındı. Özetle yeni bir eve taşınana herkes DASK poliçesi yaptırmadan bu evde oturamayacaktı. Her ne kadar artık primi ev sahibinden çok kiracının üstüne de yıkan bu uygulama ile DASK’ın prim havuzu hızla dolmaya başladı.

Ancak bunu da maliyetli bulan birçok insan, evlerin metrekaresini düşük beyan ederek çok daha uygun primlerle DASK poliçesi kestirmeye başladılar. Örneğin evi kiralayan kişi ev sahibine, DASK’ın yapılması zorunluluğunu hatırlattığında “siz yaptırın” cevabını alınca, kendisine ait olmayan bir evi depreme karşı koruyacak bir poliçeye minimum ödeme yapmayı tercih ediyor ve çok daha düşük bir metrekare beyanı ile poliçe primini de düşürüyordu. Konut tarafında da, araç sigortalarının yapılırken referans alındığı bir değer listesi olmadığı ve DASK poliçeleri metrekare birim maliyeti üzerinden fiyatlandırıldığı için ne kadar düşük metrekare o kadar az prim demekti.


Öyle ya da böyle DASK havuzu yıllar geçtikçe büyüyordu. Sonraki yıllarda yaşanan depremler lokal depremler olduğu için de ülke gündeminde çok daha kısa kalıyor, burada DASK poliçesi özelinde mağdur olan insanların sesleri çok cılız kalıyordu.
Buradaki en önemli kontrol supabı ise kredi karşılığı alınan evler için bankanın bu poliçeleri zorunlu olarak yapıyor olmasıydı. Banka burada kendi teminatını da güvence altına aldığı için metrekare bilgileri doğru yazılıyor, bu evlerin depremlerde hasar görmesi durumunda eksik sigorta ile karşılaşma oranı çok düşük kalıyordu.

Burada DASK’ı bir kenara koyalım ve üzerine yapılan konut poliçelerine bir bakalım. Konut poliçelerinde de prim ödeyerek deprem teminatı alınabiliyor. Üstelik bu teminat DASK’takinden farklı olarak eşyalar için de verilebiliyor. Bina için verilen deprem teminatı ile de DASK’ın standart aldığı metrekare birim maliyetinin üstünde inşa bedeline sahip olan binalar içinde ihtiyari bir güvence sağlanmış oluyor. Yani sigortacısından evi için hem DASK hem de deprem dahil konut poliçesi yaptıran kişi, evini depreme karşı güvence altına almış oluyor.

Ancak buradaki anahtar “ihtiyari” kelimesi. Çünkü bu, zorunlu bir poliçe olan DASK’ın olmadığı durumlarda bu teminatı geçersiz kılıyor. Bu teminatın, evi için DASK’ın karşılamadığı durumlar için tamamlayıcı bir teminat olduğunu bilen konut poliçesi sahibi kaç kişi vardır, orasını sizlerin tahminlerine bırakıyorum.


Öyleyse, bir evin depreme karşı olmazsa olmaz poliçesi olan DASK’a kaldığımız yerden geri dönelim. Sözde zorunlu olan poliçemiz yıllar içerisinde çok ciddi bir fon havuzu oluşturdu. Bu poliçeye sahip olan her sigortalı da doğal olarak kendisini güvende sanıyordu. Nispeten bu doğru da sayılırdı. Ta ki yıllar önce öldüğü sanılan ve canavar olarak adlandırılan yüksek enflasyon hiç olmadık bir hızla yeniden uyanana kadar!

DASK’ın bu geçen 21 yılda hesaba katılmayan bir gerçeğini kimse gündeme getirmedi. Yıllık resmi enflasyon oranları %80’lere dayanmış, bina inşa bedelleri ise buna bağlı olarak %100’lerin üzerinde artmış ama DASK poliçelerindeki teminat rakamları ilk gün alındığı haliyle kalmıştı. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, o yıla kadar metrekare birim maliyetlerini her yıl başı güncellerlerken, o yıl içerisinde üç kez bu bedelleri güncellemek zorunda kalmıştı. Ama DASK (ve hatta isteğe bağlı konut poliçelerinde) bedeller ilk gün yapıldıkları haliyle duruyordu.

Yine sigortalıların çok büyük bir çoğunluğu bunun farkında değildi. Çünkü kaskoda olduğu gibi bedelin hasar tarihindeki rayiç bedele kadar koruyacağını zannediyorlardı. Haklıydılar da çünkü bu gerçeği ona ne acenteler ne bankalar ne de olur olmadık her konuda kamu spotu yayınlamayı bilen yöneticiler söylemiyordu.

Sonra bu bedellerin düşüklüğü nihayet birilerinin dikkatini çekmiş olacak ki, alınan bir kararla DASK bedellerinde artış yapılması kararı alındı. Ancak bu sadece o günden sonra yapılan DASK poliçeleri için uygulandı. Öncesinde tanzim edilmiş poliçelerin hepsi için zeyil düzenlenmesi gerekiyordu. Tabi bunun için sigortalılarına çağrı yapan acente sayısının ne kadar olduğunu da, yine sizlerin tahminlerine bırakayım.

Tüm bu sorunların ortaya çıkması için 99 depremi gibi bir deprem gerekiyordu maalesef ve çok daha büyük bir felaketle ülkemiz yeniden deprem gerçeği ile yüz yüze geldi. Canların yandığı günlerin beraberinde hayatta kalan herkes doğal olarak malının derdine düştü ve ellerindeki poliçeleri üzerinden DASK kurumuna ve sigorta şirketlerine başvurmaya başladı.

Deprem faciasına maruz kalan şehirlerin hiçbirinde sigortalılık oranının %50’yi geçmediği görüldü. Tabi bu sigortalılar içerisinde yukarıda saydığım sebeplerden dolayı ne kadar ciddi eksik teminatların olduğunu da tahmin edebilirsiniz artık sanırım.


22 yıldır bu sektörün çeşitli kademelerinde görev almış birisi olarak, bu ülkede ne yazık ki sigorta poliçe içeriklerinin, poliçe alınırken değil hasar sırasında öğrenildiği tecrübesine sahibim. Bunda, insanların bütçelerinin ve gelir seviyelerinin kısıtlı olması, genel sigorta bilgisinin eksikliğinin önemi kadar sigorta sektörü oyuncularının da yeterli bilgilendirmeden uzak rekabet içerisinde kaybolmuş olmalarının ayrı ayrı etkileri var.

Ancak ne olursa olsun, sigortanın en temel ve değişmeyen gerçeği, ihtiyaç duyulduğunda alınamaması ya da değiştirilememesidir.

“Umarım bir daha böylesi bir facia yaşamayız” dan ziyade “Umarım bir daha böylesi bir faciaya gerçekten hazırlıklı oluruz” demeliyiz. Hem depreme hazırlıklı binalarla canlarımızı hem de canlarımızı kurtardıktan sonra maddi kayıplarımızı yerine koymak için doğru poliçelerle korunduğumuz günlerin umuduyla…

Yüksek öğrenimini Turizm ve İşletme alanında tamamlamıştır. 2000 yılından bugüne Sigorta Sektörünün Bireysel Emeklilik ve Elementer branşlarında hem çalışan hem de girişimci olarak yer almıştır. Halen Ana Sigorta Orta Anadolu Bölge Satış Müdürü olarak görev yapmaktadır.