“Özellikle Nisan ayındaki kısıtlamalar ve evde kal çağrılarının karşılık bulması sonucu oto sigortaları, COVID-19 dışında mecbur kalmadıkça hastaneye gitmeme tercihi ile de sağlık sigortaları belki de sigortacılık tarihimizdeki en düşük hasar frekansının görüldüğü ayı yaşadı. Mayıs ayında AVM’lerin açılması ve kısıtlamaların gevşetilmeye başlaması ile hareketlilik arttı ve bunun frekans yansıması da görüldü.”
Korona virüsün resmî olarak Türkiye’ye ulaşmasının üzerinden yaklaşık 6 ay geçti. Birinci çeyrek kapanışları yapılırken her şey çok yeni idi, sayısal olarak ölçüm yapmaya yeterli veri oluşmamıştı ve hepsinden önemlisi hesap döneminin iki buçuk ayı eski normalde geçmişti.
İkinci çeyrek ise çok daha farklı geçti. Özellikle Nisan ayındaki kısıtlamalar ve evde kal çağrılarının karşılık bulması sonucu oto sigortaları, COVID-19 dışında mecbur kalmadıkça hastaneye gitmeme tercihi ile de sağlık sigortaları belki de sigortacılık tarihimizdeki en düşük hasar frekansının görüldüğü ayı yaşadı. Mayıs ayında AVM’lerin açılması ve kısıtlamaların gevşetilmeye başlaması ile hareketlilik arttı ve bunun frekans yansıması da görüldü.
Haziran ayında ise hayatın neredeyse eski normale yakınlaştığı sigortalı taleplerinden de görülebilir hale gelmişti. Bu süreçte bir taraftan riske maruz poliçe miktarı azalırken diğer taraftan gerçekleşen olaylara ilişkin tazminat taleplerinin gelişinde de gecikmeler olduğu görüldü.
Bunların sonucu olarak önümüzde yanıtlanması gereken bir soru belirdi: Teknik karşılıkların uygun seviyede hesaplanması için neler yapılmalı?
Gerçekleşmiş ancak rapor edilmemiş hasar karşılıkları (GERK = IBNR) özellikle belirli branşlarda görülen hasar ihbarlarındaki gecikmeler dolayısı ile önemli şekilde etkilendi. Hesaplamalarda bu eksik gelişimin yansıtılması gerekti.
Ancak daha büyük belirsizlik, ötelenmiş tazminat taleplerine ilişkin ortaya çıktı. Özellikle sağlık sigortalarında özel hastanelerin pandemi hastanesi olmaktan çıkmasıyla tazminat taleplerinde bir artış gözlenmeye başladı. Yılın ikinci çeyreğinde güvenlik endişesiyle hastanelere gitmeyen kişiler artık mecburileşen ve ötelemenin daha büyük risk yaratacağı tedavilerini görmeye başladılar.
Bunun yanında COVID-19 kaynaklı tazminat taleplerine ilişkin risk de giderek artan şekilde devam ediyor. Bu risklere ilişkin yükümlülüğün tahmin edilmesindeki zorluklar bir yana, teknik karşılıklar açısından nasıl ele alınacağı konusunda da farklı görüşler mevcut. Henüz gerçekleşmemiş hasarlardan bahsettiğimiz için GERK kapsamına alınması mümkün olmayan bu olası tazminat talepleri mevcut mevzuatın belirli konulardaki net tanımları nedeniyle sigortacılık tekniğinden ziyade vergi uygulamaları açısından da ele alınmalı.
Diğer taraftan şirketlerin bu yükümlülüklere nasıl yaklaştığı konusu IFRS 17 ile birlikte daha büyük önem kazanacak. Bilindiği üzere yeni standart, sözleşmelerin zarar edip etmemesine göre ayrıştırılmasını ve belirli gruplamalarla iş yılı bazlı tertiplenerek takip edilmesini gerektiriyor.
Bu durumda söz konusu tazminat taleplerinin geçmiş döneme ilişkin olarak mı ele alınacağı, yoksa gelecekte ortaya çıkacak yükümlülükler üzerinden mi değerlendirilmesi gerektiği farklı finansal tablo etkileri olan bir karar haline geliyor. Zaten IFRS 17’nin temel amaçlarından birisi bu gibi konuların daha şeffaf şekilde raporlanması.
COVID-19 kısa ve hatta orta vadede hayatımızda kalmaya devam edeceği için fiyatlama ve riziko kabule ilişkin süregelen çalışmaların yanında finansal tablolara yönelik tüm bunları gözeten detaylı aktüeryal analizler daha da fazla önem kazanacak gibi görünüyor.