Medyada kendi alanlarında başarılı ve toplumun önde gelen kişileriyle yapılan görüşmelerde öne çıkan ve özenle vurgulanan bir nokta vardır. Bu özellik “özgüven”dir. Yazılanlara inanacak olursak, başarıya giden yolun özgüvenden geçtiği konusunda hiç şüphemiz kalmaz.
Özgüven, “başkaları beni nasıl görüyor?” sorusunun cevabını verir. Özgüven, başarıya bağlıdır ve dış değerlendirmeye açıktır. Başkaları tarafından yapılan değerlendirme sonucunda belirlenir. Toplumun kabul ettiği başarı ölçütleri ise, “para kazanmak, mevki sahibi olmak ve tanınan bir insan olmaktır”. Bir de buna güzel veya yakışıklı olmayı eklemek gerekir.
Ancak herkesin bildiği bir gerçek vardır ki, başarısızlık hayatın en doğal parçasıdır. Her insan, her bölüm, her kurum, her takım, her ülke başarısız olur. Başarılı olduğu zaman kendisini değerli hisseden, başarılı olduğu zaman çevre tarafından, “iyi, doğru, değerli, güzel/yakışıklı” olarak değerlendirilen kişi; başarısız olduğu zaman kendisinin “kötü, yanlış, değersiz ve hatta çirkin” olduğunu kabul etmek zorundadır. Bunu içe sindirmek kolay değildir. Değerini sadece ve doğrudan başarısına bağlayan kişinin böyle bir durumda önünde üç yol vardır: Başarısızlık nedenini kendi dışında aramak, yalan söylemek ve fırsat bulduğunda hile yapmak.
Özsaygı
Başarısızlık insanı üzer ve mutsuz eder. Ancak başarısızlık insanı geliştirir, derinleştirir, bilgelik yolunda ilerlemesini sağlar ve kendisinden daha az şanslı olanlara karşı empati geliştirmeye yardım eder. Başarısızlığın getirdiği üzüntüyü yaşamak, başarısızlık nedenleri üzerinde düşünmek insanı geliştirir.
Bu noktada değerli olan kavram “özsaygı”dır. Özsaygı, “ben kendimi nasıl görüyorum?” sorusunun cevabıdır. “Değerim başarıma bağlıdır” yerine “başarısız olduğum zaman da değerliyim” anlayışını temsil eder. Özsaygısı yüksek insanlar hayatın sadece başarılardan ibaret olmadığının farkındadır.
Böyle bir anlayış, başarısız olduğu zaman kişinin, nedeni kendi dışında aramak yerine, enerjisini kendisinin kontrol edebileceği noktalara odaklamasına imkan verir.
Yanılgının nedeni
Okuduğumuz hafta sonu eklerinde, biyografi kitaplarında, televizyon röportajlarında karşımıza sürekli olarak şu ifadeler çıkar: “Eğer kendinize güveniyorsanız, hayatta ulaşamayacağınız şey yoktur. Yeter ki kendinize güvenin ve başaracağınıza inanın.” “Sen özelsin. Evrenden torpilin var. Buna inan.”
En tehlikeli yalan, içine doğru karışmış yalandır. Bu ifadelerin hepsi gerçeğin çok sınırlı bir bölümünü temsil etmektedir. Çünkü başarılı insanlar özgüvenleri yüksek olduğu için değil, başarılı oldukları için özgüvenli gözükürler.
Farklı alanlarda istisnai başarı gösteren Türk veya yabancı bütün insanlara bakıldığında (O.Pamuk, F.Özpetek, L.Gencer, M.Ali, T.Woods, B.Obama, M.Jordan, R.Nadal, M.Streep) başarılarını özgüvenlerine değil, yeteneklerine ve yeteneklerinin olduğu alanda sıkı çalışmalarına borçlu olduklarını görülür. Hiç şüphesiz bunun sonunda elde ettikleri başarı bu insanların özgüvenlerini artırmıştır.
Narsisizm
Donald Trump, Paris Hilton veya Kim Kardashian gibi örnekleri ve bunların Türkiye versiyonları hatırlandığında, balon gibi şişmiş bir ego ve bunun uzantısı olan sahte bir özgüvene sahip narsistlerle karşılaşılır. Narsistler ben merkezci, kendilerini herkesten üstün gören, olumsuz geri bildirimlere kapalı, amaçları için insanları kullanan, ahlak ve hukuk kurallarının kendileri için geçerli olduğuna inanmayan, kendileriyle ilgili büyüklük hezeyanları içinde olan ve empatiden yoksun kimselerdir.
Türkiye uzun zamandır anglo sakson kültürün etkisi altında kalmıştır. Gerek yayımlanan telif veya tercüme kişisel gelişim kitapları, gerekse de Hollywood kaynaklı film ve diziler Amerika’ya özgü hayata bakış tarzını özellikle kentli ailelerde egemen kılmıştır.
1950 Yılında 40 000 Üniversite öğrencisini içine alan bir araştırmada; “Ben önemli bir kişiyim” diyenlerin oranı %12 düzeyindeyken, bu oran 1980 de % 80 e çıkmıştır. Yine aynı araştırma narsistlerin 1982 de % 15 olan oranının 2006 da % 25 e çıktığını ortaya koymuştur. Özgüvendeki artış da, 1988 deki ortalamaya kıyasla 2006 yılında %80 artmıştır.
Harward Üniversitesinden mezun olup kendi işlerini kuranlar arasında başarı oranı % 5 olduğu söylenmektedir. ABD’de bu ölçüde artan tek şey obezitedir. Obezite 1950 de 2010 arasında % 200 artmıştır. Böylece Türkiye’deki kentli ve orta ve üst sosyo-ekonomik statüdeki ailelerin bir bölümü, narsist ve obez bir toplumu kendilerine örnek almaktadır ve farkında olmadan bunu vaad eden okullara çocuklarını göndermektedir.
(geçen sayıdan devam)
Facebook fenomeni
Facebook ortamında 500 ün üzerinde arkadaşı olan ve statüsünü sürekli güncelleyen bir öğrenci düşünün. Yapılan araştırmalar bir öğrencinin ortalama olarak günde on kere Facebook hesabını kontrol ettiğini göstermektedir. Bu öğrenci zamanının önemli bir bölümünü diğer arkadaşlarının hesaplarını incelemekle, onların kendi aktivitelerini izleyip, en son yazdıkları veya koyduğu fotoğraflar ile ilgili “like” edilmeyi ve olumlu yorumlar bekleyerek geçirmektedir. Yapılan bir araştırma, Facebook’ta uzun süre geçiren öğrencilerin akademik performanslarının düşük olduğunu ve daha mutsuz olduklarını ortaya koymuştur. Bu öğrenciler çoğunlukla Facebook’a kendi “mutlu” zamanlarını yükleyen arkadaşlarına gıpta etmekte ve kendi “mutluluklarını” onlara kıyasla yetersiz bulmaktadır.
“Facebook özellikle narsist eğilimleri yüksek olan kişilere haz vermekte ve onların kendilerini överek yüceltmelerine ve yüzeysel ilişkiler kurmalarına imkan vermektedir.
İnsanların narisizmi ve özgüvenleri arttığı ölçüde gerçekçi olmayan beklentilere sürüklenmeleri kaçınılmazdır. Ancak gerçekçi olmayan beklentilerin bir sonucu da depresyon ve öfkedir.
Kişisel Gelişim ve Motivasyon Ticareti
Son 20 yıl içinde hem Türkiye’de hem de ABD’de en çok gelişim gösteren alanlardan bir tanesi “kişisel gelişim” ve motivasyon sektörüdür. 2012 Yılında yaptığımız bir incelemede Remzi Kitabevi ve D&R’larda kişisel gelişim, özgüven ve motivayon konularında 2500 den fazla kitap olduğu bilgisine ulaştık.
Konunun ironik bir boyutu da, bu kitapların bir kaç istisna dışında hepsinin meslek hayatlarında tıkanmış yazarlar tarafından kaleme alınmış olmalarıydı. Bunlar arasında hayatında beyin görmediği halde, “beyni formatlayarak”, okuyucularına mutluluk ve başarı vaad edenler de bulunmaktadır.
İnsanların özgüvenini yükseltip, motivasyonunu artırıp, kısa yoldan başarılı ve mutlu olmak isteyenlere umut satmanın tek yolu kişisel gelişim kitapları değildir. Kişisel gelişim pazarındaki seminerler, CD’ler ve konferanslar da kullanıcılarına hayallerine ulaşmak için sadece kendilerinin bildiği yol ve yöntemleri öğretmeyi vaat etmektedir.
Sonuç
Kendinden emin olmak ve yaptıklarının doğruluğundan hiç şüphe duymamak iyi bir şey değildir. Tam tersine, kişinin kendisiyle ilgili biraz kuşku duyması, yaptıklarına eleştirel bir gözle bakması, olumsuz geri bildirimler için çevresindekilere biraz fırsat vermesi iyi bir şeydir. Bunun sonucunda insan kendisini gerçekten geliştirebilir. Başarı kadar, başarısızlığın da hayatın bir parçası olduğunu kabul eder. Başarısızlıkları nedeniyle başkalarını suçlamak yerine, başarısızlıklarından ders çıkartır ve başarısız olanlara karşı empati geliştirir.
Böyle bir insan hep iyi ve mutlu olmak zorunda olmadığını bilir. Hayattaki hüzün ve mutsuzlukların da yaşamın bir parçası olduğunu kabul eder. Böylece üzüldüğü ve kendini iyi hissetmediği için ayrıca mutsuz olmaz. Bunun için başkalarını suçlamaz. Üzüntü ve başarısızlığının tadını yalnız kalarak çıkartır ve imkan varsa bunları gelişim için fırsatlara çevirir. Bunun sonucunda da derinleşir ve bilgelik kazanır.
İnsanların en merak ettiği sorulardan biri, “ölümden sonra hayat var mı?” sorusudur. Sıraladığımız bulgu ve bilgilerin ışığında; ölümden önce, önemli ölçüde başkalarının değerlendirmelerinin dışına çıkabilirsek, daha uzun, huzurlu ve mutlu bir hayatımız olabilir gibi gözüküyor.
Ne dersiniz, sonundaki ödüllere bakarsak denemeye ve bu yolculuğu göze almaya değmez mi?