Türkiye Sigorta Birliği (TSB) tarafından 2018 yılı ilk yarısına ilişkin prim üretim tutarları açıklandı. Trafik sigortasında prim artışının %33,8 olarak görünmesinin uyandırdığı heyecan kısa sürdü çünkü söz konusu tutarın içinde şirketlerin Riskli Sigortalılar Havuzundan aldığı prim paylarının da olduğu, bu paylardan kaynaklanan mükerrerlik düzeltildiğinde artışın %12,4 olduğu ortaya çıktı.
Aynı dönemde TÜFE’nin %15,4 olduğu düşünülürse trafikte reel olarak bir küçülme yaşandığı söylenebilir. Bu durumun sebebinin geçen yıl Nisan ayında uygulamaya başlanan tavan prim uygulaması olduğunu biliyoruz. 12 Nisan 2017’den itibaren başlayan tavan prim uygulaması ile şirketlerin belirli bir tutarın üzerinde poliçe kesmesi engellendi.
Uygulama nedeniyle ortalama primlerin %30 civarında düştüğü ifade edilmişti. Bu prim seviyesinin yetersizliği genel olarak kabul görmüş olacak ki 2017 yılı içinde önce aylık %1, sonra %1,5 seviyesinde düzenli olarak tavan primler artırılmaya başlandı. Ocak ayında da ek %5’lik artış yapıldı.
Bu gelişmeleri görebilmek için yine TSB tarafından yayınlanan resmi istatistiklerdeki ortalama prim seviyelerini izleyebiliriz. Şunu belirtmek gerek, TSB istatistikleri muhasebe verilerini baz alıyor, dolayısı ile iş yılı bazında takip edilen Sigorta Bilgi Merkezi verilerinden farklılıklar içerecektir. Ancak gidişatı göstermek açısından yine de işe yarar.
Adetsel olarak daha anlamlı bir görüntü verdiği ve riskli sigortalılar havuzu dışında olduğu için otomobil primleri baz alındı. Grafikte üç aylık dönemler itibarıyla yazılan primin o dönemde yazılan poliçe adedine bölünmesi ile elde edilen ortalama primler ile bu primlerin değişim oranı, tavan prim için hesaplanan bir endeks ile kıyaslamalı olarak yer alıyor.
2016 yılı ikinci çeyreğinde zirveye ulaşan (681 TL) prim seviyesi, Rekabet Kurumunun soruşturmasının gündeme geldiği üçüncü çeyrekte %8,2, dördüncü çeyrekte ise %2,6 düşüş ile 609 TL seviyesine gerilemiş. 2017 yılı birinci çeyreğinde de %2,1 düşüş yaşanmış. Diğer bir deyişle tavan prim uygulaması başlamadan önceki dönemde ortalama prim zirve noktasına göre %12’den fazla azalmış durumda idi. O dönemde mevzuat değişiklikleri ile gelecek iyileşme, primdeki düşüş ve aynı dönemdeki enflasyon dikkate alındığında hasar prim oranının %100 civarında bir seviyeye geldiği kabul ediliyordu. Bu nedenle tavan fiyat ile getirilen ve bu tabloda %17,4 olarak görülen düşüşün sektörü zarara sokacağı beklentisi oluştu. Sonrasında yapılan artışlara rağmen Haziran 2017 – Haziran 2018 dönemi artışı %14,9 seviyesinde gerçekleşmiş ve ancak enflasyonu takip edebilmiş gibi görünüyor. Diğer bir deyişle geldiğimiz noktada tavan fiyatla yaşanan %17,4’lük düşüşün hasar prim oranına aynen yansıdığını ve şu anki hasar prim oranı seviyesinin %120’ler civarında olabileceği düşünülebilir. Bu kabuller altında aracı komisyonu ve masrafları da dikkate aldığımızda bileşik oranın %140’lara ulaşması mümkün görünüyor.
Bu hesaplamada dikkate alınmayan yatırım geliri her zamankinden önemli bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Primler (her ne kadar artık taksit uygulaması geri dönse de) peşin ya da en fazla bir yıl içinde tahsil ediliyor ancak hasarların ödenmesi çok daha uzun sürüyor. Bu durumda enflasyon ve faizlerin yükselmesi (sermaye ihtiyacı bulunmayan şirketler için) yatırım getirilerinin yükselmesi anlamına geliyor.
Tavan fiyat endeksi ile kıyaslandığında primlerin artışının düşük olması tekrar fiyat rekabetinin başladığının somut bir göstergesi. Bu nedenle şu soruya ivedilikle makul bir yanıt bulunması gerekiyor: Mevcut yatırım getirisi oranları üretim yapmaya yetecek bir seviyede mi? Bu soruya yanıt ararken hasar ihbar süreçlerini hızlandıran mevzuat değişikliklerinin bu yatırım getirilerinin elde edileceği süreleri ne ölçüde kısaltacağını, enflasyon ve faizler ile ortaya çıkacak maliyet artışını, riskli sigortalılar havuzu uygulamasının etkilerini de dikkate almak gerekiyor.
Özetle, çok daha fazla aktüeryal çalışma geç kalınmadan gerçekleştirilmeli.