Davranışsal ekonomistler Amos Tversky ve Daniel Kahneman’ın “çerçeveleme etkisi” teorisine göre, sigortaya yapılan harcama kazanç olarak çerçevelenince, riskten korunmak için poliçeyi satın alıyoruz. Ancak kayıp olarak çerçevelendiğinde riski göze alıp sigortayı satın almıyoruz. Bu gibi önyargıların tanınması büyük maliyetlerle sonuçlanan hataların önüne geçiyor.
******
İhtiyaç hissettiğimiz ana kadar sigorta satın almayı ertelemek, çok yaygın bir davranış biçimi, hatta bazıları için aynı zamanda rasyonel de… Üstelik bu sadece biz Türklere has bir davranış biçimi de değil. New York merkezli sigorta startup’ı Lemonade’den John Peters’in kaleme aldığı yazıya göre, insanoğlu sigortaya öncelikle, “Hiç gerçekleşmeyecek bir risk için neden para ödeyeyim?” sorusuyla yaklaşıyor. Ne zaman ki risk gerçekleşiyor, o zaman konuyla ilgili duygularımız da değişiyor.
Peters şöyle devam ediyor: “İnsan, bir felaketin geldiğini gördüğünde hemen sigorta almak istiyor. Örneğin karşı komşuda yangın çıktı ya da bilgisayarımız çalındı… İşte tam da sigortaya ihtiyacımız olan an! Hatta daha kötüsü de olabilir: Büyük bir orman yangını, oturduğumuz yere doğru yaklaşıyor ve evinizi boşaltmak için çok az vaktiniz kaldığını görüyoruz… Aslında tam da sigorta alınacak zaman gibi hissederiz; risk oluşmaya başlamış ve bir şeylerimizi kaybedeceğimiz artık neredeyse kesinleşmiştir. Ancak, ihtiyacın hissedildiği o an artık muhtemelen sigorta yaptırmak çok geçtir.”
Beklenti teorisi
Sigorta almaya karar verme sürecini anlayabilmek için bilimsel metotlara göz atılabilir. Davranışsal ekonomistler Amos Tversky ve Daniel Kahneman, kazanç veya kayıp olarak algılanan riskli alternatifler söz konusu olduğunda nasıl karar verildiğini “beklenti teorisi”yle açıklıyor.
Araştırmalar, insanın genel olarak kayıplara verdiği önemin kazançtan daha fazla olduğunu gösteriyor. Ayrıca, bir olayın gerçekleşme ihtimali “olacak” ya da “olmayacak” diye iki kategoriye indirgeniyor. Örneğin sel ya da yangın gibi çok düşük ihtimalli risklerin gerçekleşme ihtimali sıfırın altında görülüyor. Bu kadar büyük olayların gerçekleşeceğini, psikolojik olarak kabul edemiyor ve yok sayıyoruz. Netice itibarıyla, asla gerçekleşmeyeceğini düşündüğümüz bir şey için de elbette poliçe almaya gerek görmüyoruz. Aslında bu tam da üçüncü sayfa haberleri gibi: Hep başkalarının başına gelir!
Bundan dolayı birçok insan sigortayı gereksiz bir harcama olarak görüyor. Bu yüzden teminat almayarak bu “gereksiz harcama”dan vazgeçilebiliyor. Fakat tüm bu düşünce biçimi, gerçekleşmesini imkânsız gibi gördüğümüz büyük bir felaketin bizim veya yakınlarımızın başına gelmesiyle değişiyor. İhtimal vermediğimiz bir riskin gerçekleştiğini görünce, büyük bir kayba karşı korunmak için sigorta primi ödemek, birdenbire kazanç gibi algılanıyor. Bu yüzden, bir felaket sonrasında yangın poliçesi satın alma eğilimi artıyor. Ancak birkaç yıl geçince felaket ihtimali yine düşük görülüyor ve poliçe iptal ettiriliyor. ABD Ulusal Sel Sigortası Programına göre, ortalama sel sigortası süresi 2-4 yıl arasında değişirken, bir konutta ikamet etme süresi ise ortalama 7 yıl olarak belirtiliyor.
Çerçeveleme etkisi
Peki riskle karşılaştıktan sonra, konut sigortası nasıl birden yaptırılmaya değer bir şey oluyor? Tversky ve Kahneman buna “Çerçeveleme Etkisi” (Framing effect) diyor. Bu teoriye göre, benzer durumlar, potansiyel bir kazanç ya da kayıp olarak görülmelerine bağlı olarak, çok farklı sonuçlara sebep olabiliyor. Örneğin, “900 lira kazanmayı mı seçerdiniz, yoksa 1000 lirayı yüzde 90 ihtimalle kazanma şansını mı?” Araştırma bulgularına göre, çoğumuz yüzde 10 bile olsa riske girmeyip 900 lirayı almayı tercih ediyoruz. Ancak, “900 lira kaybetmek mi yoksa yüzde 90 ihtimalle 1000 lira kaybetmek mi” diye sorulduğunda, genel olarak ikinci seçenek tercih ediliyor. Yani ihtimal küçük de olsa kaybı önleme şansını seçiyoruz. Aynı mantık sigortaya uygulanıp sigorta primi ödemesi bir kazanç olarak çerçevelenince, riskten sakınmak için sigortayı satın alıyoruz. Ancak kayıp olarak çerçevelendiğinde riski göze alıp sigortayı satın almıyoruz.
John Peters, makalesini şöyle tamamlıyor: “İnsanî önyargılarımızı tanımak, karar alma mekanizmamızın akıldışı ya da çarpık bir biçimde tetiklendiğini bilmemizi sağlıyor. Önyargıları anlayabilirsek, genellikle büyük maliyetlerle sonuçlanan bu klasik insan hatalarını yapmaya daha az meyilli olacağız.”